▼
24 Mayıs 2009 Pazar
1967 Adanaspor takım kadrosu.
ADANASPOR 1967 Adana Spor
Eski bir dergiden alınma,
Altuğ, Mustafa, Alpay, Erol, Ayhan, Erden, Fikri, Lütfü, Yüksel, Asım, Yalçın
Adanaspor ilk prfosyonelliğe adım atarken.
Adanaspor'un ilk profesyonel kadrosu - 1966-67.
Adana amatör futbol döneminden.
Adanaspor'un Şam gezisi.
Kupa seremonileri.
İlk lig maçları ve maç seremonisi.
Antrenman görüntüsü.
23 Mayıs 2009 Cumartesi
8 Mayıs 2009 Cuma
İsa Ertürk.
İSA ERTÜRK GÖLKÖY İLE DEVAM
Dünya Karması’nda Adanaspor forması giydiği dönemlerde oynayan ilk Türk futbolcu olan ve yıllarca Adanaspor veFenerbahçe forması giymiş İsa Ertürk, 2008-2009 sezonunda da Göltürkbükü Belediyespor’da antrenörlük yapacak.
İsa Ertürk, 17 Temmuz 1955 Ankara doğumlu, millî futbolcu.
Orta saha pozisyonunda oynamaktaydı. Bir dünya karmasına davet edilen ilk Türk futbolcudur. Futbola 1970 yılındaKütahya'da başlamış, daha sonra sırasıyla Altay , Adanaspor, Zonguldakspor, Fenerbahçe, Mersin İdman Yurdu, Altay ,Konyaspor ve Zeytinburnuspor'da görev yapmıştır.
1980'de Fenerbahçe'ye transfer olan futbolcu 32 defa Türk Millî Takımında yer almıştır.
İsa Ertürk, orta saha ve hücumdaki çalışkanlığı, sert şutları ve golleriyle hatırlanır.
Dünya Karması’nda Adanaspor forması giydiği dönemlerde oynayan ilk Türk futbolcu olan ve yıllarca Adanaspor veFenerbahçe forması giymiş İsa Ertürk, 2008-2009 sezonunda da Göltürkbükü Belediyespor’da antrenörlük yapacak.
İsa Ertürk, 17 Temmuz 1955 Ankara doğumlu, millî futbolcu.
Orta saha pozisyonunda oynamaktaydı. Bir dünya karmasına davet edilen ilk Türk futbolcudur. Futbola 1970 yılındaKütahya'da başlamış, daha sonra sırasıyla Altay , Adanaspor, Zonguldakspor, Fenerbahçe, Mersin İdman Yurdu, Altay ,Konyaspor ve Zeytinburnuspor'da görev yapmıştır.
1980'de Fenerbahçe'ye transfer olan futbolcu 32 defa Türk Millî Takımında yer almıştır.
İsa Ertürk, orta saha ve hücumdaki çalışkanlığı, sert şutları ve golleriyle hatırlanır.
Sabotiç.
bu benim gittigim ilk fb macidir. o macta adanasporlu sabotic vardi. adi f.bahceye gelecek futbolcularin arasinda gecerdi. fakat kendisi a.gücü ile anlasmisti. ve o gün sanki hayatinin futbolunu oynuyordu. zaten f.bahce de ilk yarida gol atamamisti. ılk yari bittiginde futbolcular cikis tüneline girerken sabotic aleyhine ne tezahüratlar yapilmisti... 2. yari basladi ve ilk 15 dakikada gene f.bahceden gol sesi yoktu ve sabotic sahane oyununu devam ettiriyordu. f.bahce kalecisi nurettin ile her karsilastiginda stad ayaga kalkardi. neyse ki ilk gol 64. dakikada b.senol ile gelince tüm f.bahceliler sevindi. ardindan hemen 2 dakika sonra da aykutun golü gelince hepimiz mac yavas yavas farka gider diye konusmaya baslamistik ki 81. dakikada senol 3'ün ardindan 2-3 dakika sonra turhan'in golleri gelince hepimiz sevinmistik. hatta ve hatta stad bayram yerine dönmüstü. ta ki macin bitmesine saniyeler kala adanasporun tek sayisi gelene kadar. tüm taraftarlari da üzen golü atanin sabotic olmasiydi. maci f.bahce 4-1 almisti ama atilan 4 gol unutulmus, neden sabotic'den gol yenildinin analizi yapiliyordu.
dönem gazetesinden;
sabotiç ve ercan'ı fenerbahçeliler kaçırdı
feenerbahçe-adanaspor maçından sonra sevinen taraf kümede kaldığı için adanaspor'du. adanaspor'un golcüsü sabotiç ve 6 nolu formasıyla orta alanda etkili olan ercan ise maçtan sonra herkesin gözü önünde fenerbahçeli yöneticiler tarafından kaçırıldı. önce ercan'ı alan yöneticiler daha sonra basın kapısından çıkan adanaspor'un yugoslav futbolcusu sabotiç'i iki kişi kolundan tuttuğu gibi 50-60 metre ilerideki 2 kd 261 plakalı beyaz mercedes arabaya apar topar bindirdiler. 2 futbolcu hiçbir soruya cevaplamadan alel acele stadın önünden uzaklaştılar. iki futbolcunun yöneticiler tarafından görüşme yapmak üzere kimsenin bilmediği bir yere götürüldüğü öğrenildi
dönem gazetesinden;
sabotiç ve ercan'ı fenerbahçeliler kaçırdı
feenerbahçe-adanaspor maçından sonra sevinen taraf kümede kaldığı için adanaspor'du. adanaspor'un golcüsü sabotiç ve 6 nolu formasıyla orta alanda etkili olan ercan ise maçtan sonra herkesin gözü önünde fenerbahçeli yöneticiler tarafından kaçırıldı. önce ercan'ı alan yöneticiler daha sonra basın kapısından çıkan adanaspor'un yugoslav futbolcusu sabotiç'i iki kişi kolundan tuttuğu gibi 50-60 metre ilerideki 2 kd 261 plakalı beyaz mercedes arabaya apar topar bindirdiler. 2 futbolcu hiçbir soruya cevaplamadan alel acele stadın önünden uzaklaştılar. iki futbolcunun yöneticiler tarafından görüşme yapmak üzere kimsenin bilmediği bir yere götürüldüğü öğrenildi
Necati Ateş.
39. Necati Ateş: Necati Ateş (3 Ocak 1980, İzmir) Türk futbolcu. Forvet oyuncusudur, Altaydan adanaspora transfer olmuş adanasporun süper liğe çıkmasında büyük pay sahibidir süper liğde adanaspor forması altında sayısız gollere imza atmış yıldızı Adanasporda parlamış Adanaspordan galatasaraya transfer olmuştur.şu anda bonservisi Galatasaray'da bulunmaktadır ama oyuncu Ankaraspor'a bir sezonluğuna kiralanmıştır.
Galatasaray'a 2003-2004 sezonu devre arasında gelmiştir.
Geldiğinde 25 numaralı formayı giyen Necati Ateş daha sonra 10 numaralı formayı giymiştir. Daha sonra takıma Lincoln'ün gelişiyle 10 numaralı formayı lincoln'e hediye etmiştir. Galatasaray'a geldiğinden beri kaydettiği skorlara ve yaşına bakılırsa Hakan Şükür'ü ilerliyen yıllarda istatisliklerde geride bırakabileceği düşünülüyordu. Ancak süpriz bir şekilde 24.07.2007 tarihinde Galatasaray teknik heyeti tarafından kadroda duşünülmediği açıklanmış ve kadro dışı bırakılmıştır. Bunda 2006-2007 yılında geçirdiği sakatlıklar ve bir türlü form tutamamasıda neden olmuştur.
2007-2008 sezonu öncesi Karl Heinz Feldkamp tarafından kadro dışı bırakılmıştır ve 3’lü takasta kullanılmıştır.
Futbolda Anadolu yürüyüşü.
Futbolda Anadolu yürüyüşü
Bir dönemler Eskişehirspor, Adanaspor ve Samsunspor’un yaşadığı başarılar Anadolu’yu gururlandırırken, iki sezondur bayrak Sivasspor’un ellerinde.
Mithat Fabian
Sözmen
Tanıl Bora, geçtiğimiz Pazartesi günü Radikal’deki yazısına çok doğru ve güzel bir cümleyle başlamıştı: “Bülent Uygun’un dilinde hiç yakışmıyor ama!- ‘ihtilâl’, ‘devrim’…” Doğru söze ne hacet! Lakin ortada bir gerçek var ki 2 senedir hızı “ha kesildi ha kesilecek” diye her hafta dedikodusu yapılan Sivasspor adım adım şampiyonluğa doğru ilerliyor. Olabilir mi, olamaz mı ukalalığa kaçmadan bir şeyler söylemek güç! Zaten 18 yıllık futbol izleyiciliğimden öğrendiğim bir şey varsa o da tahminde bulunmaktan mümkün olduğunca kaçınmanın en makul yol olduğudur. Zira ömür boyu unutamayacağımız enstantaneler yaratma konusunda bir hayli becerikli olan sporcu milletinin ne yapıp ne yapamayacağını biz “çokbilmişler” asla tam olarak kestiremeyiz.
Tarih dersi vermek haddime düşmez ama gelin geçmişten birkaç ihtilalciyi anıverelim. 1968’den 1989’a, Anadolu’nun üç farklı köşesinden çıkıp İstanbul’a korku düşüren kulüplerimizi hatırlayalım: Eskişehir’i, Adana’yı ve Samsun’u…
KIRMIZI ŞİMŞEKLER
Yaşadıysanız zaten bilirsiniz de benim gibi yaşı tutmayanlar için diyorum: “70’lerde Eskişehirspor bir başkaymış.” Hala okumadıysanız Özgür Topyıldız’ın nefis “Anadolu Yıldızı Eskişehirspor” kitabını, ben size böylece özetleyeyim. Eskişehirspor’un, 60’ların sonunda başlayan ve 75/76 sezonuna kadar süren yürekli yürüyüşü, İzmir’i saymazsak Anadolu’dan yükselen ilk isyan sesiydi. 3 ikincilik, 2 üçüncülük, 2 de dördüncülük sığdırmışlar 69-75 arasına. Bir Türkiye Kupası ve Avrupa zaferleri de cabası. Sıra dışı ve asi tavırları taraftarlarına da sirayet etmiş ve efsane amigoları Orhan’ın önderliğinde dönemin en ateşli ve renkli tribün hareketi oluşmuş. “Fethi-Nihat-Ender/Filelere Gönder”li naif tezahüratlardan, rakiplerine bir yandan korku bir yandan da ilham veren tribün şovlarına, futbolun hakikatinin her çeşidini yansıtmışlar spor kültürümüze. Eskişehirspor diyince Fethi Heper’i unutmak olmaz. O sadece rekortmen bir golcü değil aynı zamanda Türkiye tarihinin futbolculuktan sonra profesörlüğe yükselen ilk ismidir. Brezilyalıların felsefe doktoralı Socrates’i varsa bizim de Profesör Fethi Heper’imiz var yani.
TURBEYLER
70’lerin sonu ve 80’lerin başında en şaşaalı günlerini yaşayan Akdeniz takımlarından bir tek Adanaspor şampiyonluğa yaklaşabilmiştir. 80/81 mevsiminin yenik, sıkılgan ve postallı havasında Fenerbahçe averajla küme düşmekten kurtulur, Trabzonspor aldığı 7 mağlubiyete rağmen şampiyon olurken güneyin en büyük şehrinin “Turuncu tarafı” neredeyse ipi göğüsleyen taraf olacaktı. Şampiyonluk umutlarını sonlandıran kaybın, 28. haftada komşu Mersin’de gelmesiyse -ki Mersin İdman Yurdu o sene küme düşmüştü- Çukurova’nın doğusu ve batısında farklı ruh halleri yaratmıştı doğal olarak. O günden bugüne Adana’yı ve Mersin’i kaplayan spor sessizliği ise bir Akdenizli/Çukurovalı olarak en hayıflandığım hadiselerden biridir (Mersin’in 83’teki Türkiye Kupası finalini saymazsak).
GOLCÜLERİN ŞEHRİ SAMSUN
“Her ölüm erken ölümdür” demiş ya Cemal Süreya, ya böylesine ne denir? Samsun’un 85’ten 88’e büyüklere korku salan armadasını, hiçbir şeyin değil ama 20 Ocak 1989’daki o elim trafik kazasının parçalaması kadar acı ne olabilir? “Zoolog Roberto Fontanarosa der ki: “Nesli tükenen iki tür var biri panda ayıları, biri de golcüler.” 80’lerde Samsun’un böyle bir sıkıntısı yoktu. Golcülerin şehridir Samsun ve kırmızı beyazlıların 85’teki ilk yükselişinde Tanju Çolak’ın payı büyüktür. O, “Hayatta üç hayalim var; biri Galatasaray, biri Hülya Avşar, biri de BMW” deyip Samsun’u terk ettiğinde geride hala taş gibi bir takım vardı, ta ki o canavar kazaya kadar. 80’lerin unutulmaz Samsun takımı, iki lig üçüncülüğü bir de dördüncülük elde etmiş ama belki de en kıymetlisi kente renkli bir futbol ekolü miras bırakmıştır.
Adını anamadığım Göztepe, Altay, Ankaragücü, Kocaelispor, Gaziantepspor, Gençlerbirliği gibi camialar kusura bakmasın. Elbette daha nice takım vardı bizleri heyecana sürükleyen. Şimdiyse Sivas’ın Yiğidoları, Anadolu’nun yegâne muzaffer devrimcisi Trabzonspor’un ardılı olarak tarihe adını yazdırma peşinde. Bol şans Sivas, Anadolu arkanda!
http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=50321
Bir dönemler Eskişehirspor, Adanaspor ve Samsunspor’un yaşadığı başarılar Anadolu’yu gururlandırırken, iki sezondur bayrak Sivasspor’un ellerinde.
Mithat Fabian
Sözmen
Tanıl Bora, geçtiğimiz Pazartesi günü Radikal’deki yazısına çok doğru ve güzel bir cümleyle başlamıştı: “Bülent Uygun’un dilinde hiç yakışmıyor ama!- ‘ihtilâl’, ‘devrim’…” Doğru söze ne hacet! Lakin ortada bir gerçek var ki 2 senedir hızı “ha kesildi ha kesilecek” diye her hafta dedikodusu yapılan Sivasspor adım adım şampiyonluğa doğru ilerliyor. Olabilir mi, olamaz mı ukalalığa kaçmadan bir şeyler söylemek güç! Zaten 18 yıllık futbol izleyiciliğimden öğrendiğim bir şey varsa o da tahminde bulunmaktan mümkün olduğunca kaçınmanın en makul yol olduğudur. Zira ömür boyu unutamayacağımız enstantaneler yaratma konusunda bir hayli becerikli olan sporcu milletinin ne yapıp ne yapamayacağını biz “çokbilmişler” asla tam olarak kestiremeyiz.
Tarih dersi vermek haddime düşmez ama gelin geçmişten birkaç ihtilalciyi anıverelim. 1968’den 1989’a, Anadolu’nun üç farklı köşesinden çıkıp İstanbul’a korku düşüren kulüplerimizi hatırlayalım: Eskişehir’i, Adana’yı ve Samsun’u…
KIRMIZI ŞİMŞEKLER
Yaşadıysanız zaten bilirsiniz de benim gibi yaşı tutmayanlar için diyorum: “70’lerde Eskişehirspor bir başkaymış.” Hala okumadıysanız Özgür Topyıldız’ın nefis “Anadolu Yıldızı Eskişehirspor” kitabını, ben size böylece özetleyeyim. Eskişehirspor’un, 60’ların sonunda başlayan ve 75/76 sezonuna kadar süren yürekli yürüyüşü, İzmir’i saymazsak Anadolu’dan yükselen ilk isyan sesiydi. 3 ikincilik, 2 üçüncülük, 2 de dördüncülük sığdırmışlar 69-75 arasına. Bir Türkiye Kupası ve Avrupa zaferleri de cabası. Sıra dışı ve asi tavırları taraftarlarına da sirayet etmiş ve efsane amigoları Orhan’ın önderliğinde dönemin en ateşli ve renkli tribün hareketi oluşmuş. “Fethi-Nihat-Ender/Filelere Gönder”li naif tezahüratlardan, rakiplerine bir yandan korku bir yandan da ilham veren tribün şovlarına, futbolun hakikatinin her çeşidini yansıtmışlar spor kültürümüze. Eskişehirspor diyince Fethi Heper’i unutmak olmaz. O sadece rekortmen bir golcü değil aynı zamanda Türkiye tarihinin futbolculuktan sonra profesörlüğe yükselen ilk ismidir. Brezilyalıların felsefe doktoralı Socrates’i varsa bizim de Profesör Fethi Heper’imiz var yani.
TURBEYLER
70’lerin sonu ve 80’lerin başında en şaşaalı günlerini yaşayan Akdeniz takımlarından bir tek Adanaspor şampiyonluğa yaklaşabilmiştir. 80/81 mevsiminin yenik, sıkılgan ve postallı havasında Fenerbahçe averajla küme düşmekten kurtulur, Trabzonspor aldığı 7 mağlubiyete rağmen şampiyon olurken güneyin en büyük şehrinin “Turuncu tarafı” neredeyse ipi göğüsleyen taraf olacaktı. Şampiyonluk umutlarını sonlandıran kaybın, 28. haftada komşu Mersin’de gelmesiyse -ki Mersin İdman Yurdu o sene küme düşmüştü- Çukurova’nın doğusu ve batısında farklı ruh halleri yaratmıştı doğal olarak. O günden bugüne Adana’yı ve Mersin’i kaplayan spor sessizliği ise bir Akdenizli/Çukurovalı olarak en hayıflandığım hadiselerden biridir (Mersin’in 83’teki Türkiye Kupası finalini saymazsak).
GOLCÜLERİN ŞEHRİ SAMSUN
“Her ölüm erken ölümdür” demiş ya Cemal Süreya, ya böylesine ne denir? Samsun’un 85’ten 88’e büyüklere korku salan armadasını, hiçbir şeyin değil ama 20 Ocak 1989’daki o elim trafik kazasının parçalaması kadar acı ne olabilir? “Zoolog Roberto Fontanarosa der ki: “Nesli tükenen iki tür var biri panda ayıları, biri de golcüler.” 80’lerde Samsun’un böyle bir sıkıntısı yoktu. Golcülerin şehridir Samsun ve kırmızı beyazlıların 85’teki ilk yükselişinde Tanju Çolak’ın payı büyüktür. O, “Hayatta üç hayalim var; biri Galatasaray, biri Hülya Avşar, biri de BMW” deyip Samsun’u terk ettiğinde geride hala taş gibi bir takım vardı, ta ki o canavar kazaya kadar. 80’lerin unutulmaz Samsun takımı, iki lig üçüncülüğü bir de dördüncülük elde etmiş ama belki de en kıymetlisi kente renkli bir futbol ekolü miras bırakmıştır.
Adını anamadığım Göztepe, Altay, Ankaragücü, Kocaelispor, Gaziantepspor, Gençlerbirliği gibi camialar kusura bakmasın. Elbette daha nice takım vardı bizleri heyecana sürükleyen. Şimdiyse Sivas’ın Yiğidoları, Anadolu’nun yegâne muzaffer devrimcisi Trabzonspor’un ardılı olarak tarihe adını yazdırma peşinde. Bol şans Sivas, Anadolu arkanda!
http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=50321
Oğuz Çetin.
Oğuz Çetin (Milli Takım Antrenörü)
15 Şubat 1963'te Sakarya'da doğdu. İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdi. Futbola 1978'de Sakaryaspor'un genç takımında başladı. 1981'de Sakaryaspor'un A takımına yükseldi. 1988'de Fenerbahçe'ye transfer oldu. 1991'de kaptanlığa getirildi. Sarı-lacivertli takımda iki lig şampiyonluğu, bir Cumhurbaşkanlığı ve iki Başbakanlık Kupası kazandı. 70 kez milli oldu. 1996'da transfer olduğu İstanbulspor'da ve 1998'de gittiği Adanaspor'da ikişer sezon forma giydi. 2000 yılında Fenerbahçe'de antrenörlüğe başladı, bir süre de teknik direktörlük yaptı. Gençlerbirliği ve Diyarbakırspor'daki teknik direktörlük tecrübelerinin ardından A Milli Takım'ın antrenörlüğüne getirildi.
Çetin, Oguz
(Sapanca 1963- ) Futbola 1978 yilinda Sakaryaspor genç takiminda basladi. 2 yil Almanyada kaldi ve Sakaryaspor A takiminda basarili oldu. Fenerbahçe'de son dönemin en basarili ve teknik futbolcularindan biri olarak nitelendi. Türk Futbol tarihinde Milli formayi en çok giyen oyuncu oldu. En son milli formayi 5 Eylül 1998 tarihinde K.Irlanda'yi 3-0 yendigimiz maçta giydi ve toplam olarak 70 defa A milli formayi giymis oldu. 1996-97 sezonunda Baskan Ali Sen'in sok bir karari ile Aykut Kocaman ile birlikte Istanbulspor'a transfer oldular. Ardindan da Adanaspor'da futbol hayatini sürdüren Oguz, futbolu 2000 yilinda biraktiktan sonra Fenerbahçe'de Mustafa Denizli'nin yaninda antrenörlük yapmaya basladi. 24 Aralik 2001 tarihinde Mustafa Denizli görevden alindiktan sonra, 3 Ocak 2002 itibariyle takimin basina gelen Alman Werner Lorant'in da yardimciligini yapti. 9 Aralik 2002 tarihinde Werner Lorant yönetim tarafindan görevinden alininca, takimin sorumlulugu Oguz Çetin'e verildi. Oguz Çetin'in teknik direktörlük lisansi henüz bulunmadigindan, Türkiye Futbol Federasyonu kayitlarinda TFF kayitlarinda resmi olarak takimin teknik direktörü, aslinda kaleci antrenörü olan Nurettin Yildiz olarak gözükmekteydi. 7 Nisan 2003 tarihinde yönetim tarafindan takimin sorumlulugu görevinden alinmistir. 2003-2004 sezonunun ilk yarisinda bir süre Digitürk'te yorumcu olarak görev yapmistir. 1 Ocak 2004 tarihinde, Ikinci Lig A Kategorisinde yer alan Kayserispor'un teknik direktörlügüne getirildi. 5 Ekim 2004 tarihinde, Birinci Ligde yer alan Gençlerbirligi'nin teknik direktörlügüne getirildi. 23 Aralik 2004 tarihinde, Gençlerbirligi, Oguz Çetin'in görevine son verdi. Oguz, 4 Ocak 2004 tarihinde Diyarbakirspor'un teknik direktörlügüne getirildi. Temmuz 2005'de ise Fatih Terim'in A milli takim yardimcisi olarak göreve basladi.
15 Şubat 1963'te Sakarya'da doğdu. İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdi. Futbola 1978'de Sakaryaspor'un genç takımında başladı. 1981'de Sakaryaspor'un A takımına yükseldi. 1988'de Fenerbahçe'ye transfer oldu. 1991'de kaptanlığa getirildi. Sarı-lacivertli takımda iki lig şampiyonluğu, bir Cumhurbaşkanlığı ve iki Başbakanlık Kupası kazandı. 70 kez milli oldu. 1996'da transfer olduğu İstanbulspor'da ve 1998'de gittiği Adanaspor'da ikişer sezon forma giydi. 2000 yılında Fenerbahçe'de antrenörlüğe başladı, bir süre de teknik direktörlük yaptı. Gençlerbirliği ve Diyarbakırspor'daki teknik direktörlük tecrübelerinin ardından A Milli Takım'ın antrenörlüğüne getirildi.
Çetin, Oguz
(Sapanca 1963- ) Futbola 1978 yilinda Sakaryaspor genç takiminda basladi. 2 yil Almanyada kaldi ve Sakaryaspor A takiminda basarili oldu. Fenerbahçe'de son dönemin en basarili ve teknik futbolcularindan biri olarak nitelendi. Türk Futbol tarihinde Milli formayi en çok giyen oyuncu oldu. En son milli formayi 5 Eylül 1998 tarihinde K.Irlanda'yi 3-0 yendigimiz maçta giydi ve toplam olarak 70 defa A milli formayi giymis oldu. 1996-97 sezonunda Baskan Ali Sen'in sok bir karari ile Aykut Kocaman ile birlikte Istanbulspor'a transfer oldular. Ardindan da Adanaspor'da futbol hayatini sürdüren Oguz, futbolu 2000 yilinda biraktiktan sonra Fenerbahçe'de Mustafa Denizli'nin yaninda antrenörlük yapmaya basladi. 24 Aralik 2001 tarihinde Mustafa Denizli görevden alindiktan sonra, 3 Ocak 2002 itibariyle takimin basina gelen Alman Werner Lorant'in da yardimciligini yapti. 9 Aralik 2002 tarihinde Werner Lorant yönetim tarafindan görevinden alininca, takimin sorumlulugu Oguz Çetin'e verildi. Oguz Çetin'in teknik direktörlük lisansi henüz bulunmadigindan, Türkiye Futbol Federasyonu kayitlarinda TFF kayitlarinda resmi olarak takimin teknik direktörü, aslinda kaleci antrenörü olan Nurettin Yildiz olarak gözükmekteydi. 7 Nisan 2003 tarihinde yönetim tarafindan takimin sorumlulugu görevinden alinmistir. 2003-2004 sezonunun ilk yarisinda bir süre Digitürk'te yorumcu olarak görev yapmistir. 1 Ocak 2004 tarihinde, Ikinci Lig A Kategorisinde yer alan Kayserispor'un teknik direktörlügüne getirildi. 5 Ekim 2004 tarihinde, Birinci Ligde yer alan Gençlerbirligi'nin teknik direktörlügüne getirildi. 23 Aralik 2004 tarihinde, Gençlerbirligi, Oguz Çetin'in görevine son verdi. Oguz, 4 Ocak 2004 tarihinde Diyarbakirspor'un teknik direktörlügüne getirildi. Temmuz 2005'de ise Fatih Terim'in A milli takim yardimcisi olarak göreve basladi.
Unutulmaz Eskişehir maçı.
1981-82 sezonu: O unutulmaz Eskişehir maçı...
ŞAMPİYON BEŞİKTAŞ
Trabzon fırtınasının ligi esir aldığı yıllar. Bordo-Mavililerin Şenol, Turgay, Necati, Cemil’li efsane Trabzonspor’u bitime 5 hafta kala liderdi. 30. haftayı Trabzonspor bay geçti. Beşiktaş o hafta Bolu deplasmanında 1-1 berabere kalarak averajla liderliğe oturdu. Sonraki hafta Trabzon Eskişehirspor’a deplasmanda 0-0’lık skorla takıldı. Beşiktaş Sakarya ve ardından deplasmanda Göztepe’yi 2-0’la geçerek 33. haftada İstanbul’da oynanacak Trabzon maçına 1 puan farkla önde girdi. 6 Haziran’da İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Trabzon maçı 0-0 sona erdi. Beşiktaş’ın kadrosunda önceki sezonlarda Trabzonspor’da forma giyen Ali Kemal, Necdet ve Mehmet Ekşi de bulunuyordu. Şampiyon son hafta belli olacaktı. Beşiktaş ligde kalmak için kazanmak zorunda olan Eskişehir ile deplasmanda karşılaşıyordu. Beşiktaş’a şampiyonluk için galibiyet gerekliydi. Beraberlik hâlinde ise Trabzon sahasında Adanaspor’u 5 farklı skorla yenerse şampiyon olacaktı. Beşiktaş, maçın 31. dakikasında Ziya’nın golüyle öne geçti. Eskişehir bu gole 52. dakikada Zafer ile cevap verdi. Siyah-Beyazlılar Ali Kemal’in pasında topla buluşan Ziya’nın 76. dakikada attığı golle bir kez daha öne geçti. Bu golden sonra Eskişehir taraftarları olay çıkardı. Karşılaşmanın hakemi Talat Tokat maçı tehir etti. Müsabakayı hükmen 3-0 kazanan Beşiktaş ligde 15 yıl aradan sonra şampiyonluğa ulaştı. Efsane Eskişehirspor küme düştü. Trabzonspor ise Adanaspor’u Ahmet’in golüyle ancak 1-0 yenebilmişti.
ŞAMPİYON BEŞİKTAŞ
Trabzon fırtınasının ligi esir aldığı yıllar. Bordo-Mavililerin Şenol, Turgay, Necati, Cemil’li efsane Trabzonspor’u bitime 5 hafta kala liderdi. 30. haftayı Trabzonspor bay geçti. Beşiktaş o hafta Bolu deplasmanında 1-1 berabere kalarak averajla liderliğe oturdu. Sonraki hafta Trabzon Eskişehirspor’a deplasmanda 0-0’lık skorla takıldı. Beşiktaş Sakarya ve ardından deplasmanda Göztepe’yi 2-0’la geçerek 33. haftada İstanbul’da oynanacak Trabzon maçına 1 puan farkla önde girdi. 6 Haziran’da İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Trabzon maçı 0-0 sona erdi. Beşiktaş’ın kadrosunda önceki sezonlarda Trabzonspor’da forma giyen Ali Kemal, Necdet ve Mehmet Ekşi de bulunuyordu. Şampiyon son hafta belli olacaktı. Beşiktaş ligde kalmak için kazanmak zorunda olan Eskişehir ile deplasmanda karşılaşıyordu. Beşiktaş’a şampiyonluk için galibiyet gerekliydi. Beraberlik hâlinde ise Trabzon sahasında Adanaspor’u 5 farklı skorla yenerse şampiyon olacaktı. Beşiktaş, maçın 31. dakikasında Ziya’nın golüyle öne geçti. Eskişehir bu gole 52. dakikada Zafer ile cevap verdi. Siyah-Beyazlılar Ali Kemal’in pasında topla buluşan Ziya’nın 76. dakikada attığı golle bir kez daha öne geçti. Bu golden sonra Eskişehir taraftarları olay çıkardı. Karşılaşmanın hakemi Talat Tokat maçı tehir etti. Müsabakayı hükmen 3-0 kazanan Beşiktaş ligde 15 yıl aradan sonra şampiyonluğa ulaştı. Efsane Eskişehirspor küme düştü. Trabzonspor ise Adanaspor’u Ahmet’in golüyle ancak 1-0 yenebilmişti.
Trabzon Adana maçı 2000-2001 sezonu.
2000-2001
ilk basımı 2001 yılında olan ümit kıvanç'ın "kesin ofsayt: televizyon futbolu ve futbol medyası" kitabından;
trabzonspor, kendi sahasında adanaspor'a karşı 3-0 yenik duruma düşer. trabzonlu taraftar takımın canına okumaya koyulur. bordo-mavililer 10 kişi kalır. yılmazlar, uğraşır didinirler ve maçı 3-3'e getirirler. bu onur savaşının bir aşamasından sonra trabzonlu taraftar lütfedip çark eder ve yeniden takımını desteklemeye başlar. yürek burkan, kötü bir olaydır.
futbol yazarının bu olaydan sözedişi şöyledir: "bordomavililer'in teknik direktörü giray bulak'ın (...) adanaspor maçında takımının 3-1 yenik götürdüğü sıralarda taraftarların kendisine yaptığı tezahürattan ders alması gerekiyor." aynı "takım yazarı", zor durumdaki takımını daha da bozan taraftarın linççiliğine açıktan hak vermekle, bunu ders çıkarılacak bir bilgelik olarak nitelemekle yetinmez, taraftarın takım sevgisi yerine sadece kazanç hırsını geçirmiş oluşunu da tersinden okur: "bu arada adanaspor karşılaşmasının son 15 dakikasında takıma sahip çıkarak, berabere kalmasında büyük katkısı olan taraftarları kutlamak istiyorum." asıl özelliği futbolseverlik olan, sağduyulu bir gazeteci, bu maça dair muhtemelen, trabzonspor'un seyircisine rağmen veya seyircisine inat mücadele edip beraberliği ve onurunu kurtardığını yazardı.
linççilik, öncelikle gündelik yaşantıdaki dayanak ve uzantılarından ötürü bu kadar doğal karşılanıyor, ikinci olarak, linççi zihniyet, sürekli meşrulaştırılmaya ihtiyaç gösteren takım yazarı, kulüp yazarı vs. konumuna aradığı bu meşruiyet için zemin oluşturuyor. bu yüzden, linççi taraftar davranışı, taraftarlığın mümkün tek şekillenişi olarak kabul ediliyor neredeyse 24 ekim'de inönü stadı'nda 2-0 kaybedilen milan maçının son on dakikasında hâlâ olumlu tezahüratını sürdürüp üstelik "beşiktaş sen bizim her şeyimizsin"e geçen beşiktaş taraftarının davranışı, maçtan sonra televizyonda konuşan bir futbol yazarınca adetâ şaşkınlıkla karşılanmıştı; "taraftar bugün çok olgun savrandı" sözleriyle. siyah-beyazlı tribünlerdeki bu tavır ertesi gün gazetelerde de haber oldu.
oysa futbol âleminde, penaltı kaçırmış futbolcunu, yenilmiş takımını alkışlamanın da ayrı bir "raconu" vardır ve kimilerine göre de doğal olan linççilik değil budur. euro 96 çeyrek finalinde, maç 0-0 bitip de iş penaltılara kaldığında, topu fransız kalecisi lama'ya teslim ederek takımının şampiyonaya veda etmesine sebep olan hollandalı seedorf ağlayarak sahadan kaçmaya çalışıyordu. rakip takımın oyuncusu carembeu onu tuttu, çeke çeke liverpool'un anfield road stadı'nda hollandalıların doldurduğu tribünü önüne götürdü. staddaki 37 bin seyirciden portakal rengi formalı olanlar da, o 22 haziran 1996 gününe kadar pek çok defa yüzlerini güldürmüş bu futbolcuyu alkışladı.
ilk basımı 2001 yılında olan ümit kıvanç'ın "kesin ofsayt: televizyon futbolu ve futbol medyası" kitabından;
trabzonspor, kendi sahasında adanaspor'a karşı 3-0 yenik duruma düşer. trabzonlu taraftar takımın canına okumaya koyulur. bordo-mavililer 10 kişi kalır. yılmazlar, uğraşır didinirler ve maçı 3-3'e getirirler. bu onur savaşının bir aşamasından sonra trabzonlu taraftar lütfedip çark eder ve yeniden takımını desteklemeye başlar. yürek burkan, kötü bir olaydır.
futbol yazarının bu olaydan sözedişi şöyledir: "bordomavililer'in teknik direktörü giray bulak'ın (...) adanaspor maçında takımının 3-1 yenik götürdüğü sıralarda taraftarların kendisine yaptığı tezahürattan ders alması gerekiyor." aynı "takım yazarı", zor durumdaki takımını daha da bozan taraftarın linççiliğine açıktan hak vermekle, bunu ders çıkarılacak bir bilgelik olarak nitelemekle yetinmez, taraftarın takım sevgisi yerine sadece kazanç hırsını geçirmiş oluşunu da tersinden okur: "bu arada adanaspor karşılaşmasının son 15 dakikasında takıma sahip çıkarak, berabere kalmasında büyük katkısı olan taraftarları kutlamak istiyorum." asıl özelliği futbolseverlik olan, sağduyulu bir gazeteci, bu maça dair muhtemelen, trabzonspor'un seyircisine rağmen veya seyircisine inat mücadele edip beraberliği ve onurunu kurtardığını yazardı.
linççilik, öncelikle gündelik yaşantıdaki dayanak ve uzantılarından ötürü bu kadar doğal karşılanıyor, ikinci olarak, linççi zihniyet, sürekli meşrulaştırılmaya ihtiyaç gösteren takım yazarı, kulüp yazarı vs. konumuna aradığı bu meşruiyet için zemin oluşturuyor. bu yüzden, linççi taraftar davranışı, taraftarlığın mümkün tek şekillenişi olarak kabul ediliyor neredeyse 24 ekim'de inönü stadı'nda 2-0 kaybedilen milan maçının son on dakikasında hâlâ olumlu tezahüratını sürdürüp üstelik "beşiktaş sen bizim her şeyimizsin"e geçen beşiktaş taraftarının davranışı, maçtan sonra televizyonda konuşan bir futbol yazarınca adetâ şaşkınlıkla karşılanmıştı; "taraftar bugün çok olgun savrandı" sözleriyle. siyah-beyazlı tribünlerdeki bu tavır ertesi gün gazetelerde de haber oldu.
oysa futbol âleminde, penaltı kaçırmış futbolcunu, yenilmiş takımını alkışlamanın da ayrı bir "raconu" vardır ve kimilerine göre de doğal olan linççilik değil budur. euro 96 çeyrek finalinde, maç 0-0 bitip de iş penaltılara kaldığında, topu fransız kalecisi lama'ya teslim ederek takımının şampiyonaya veda etmesine sebep olan hollandalı seedorf ağlayarak sahadan kaçmaya çalışıyordu. rakip takımın oyuncusu carembeu onu tuttu, çeke çeke liverpool'un anfield road stadı'nda hollandalıların doldurduğu tribünü önüne götürdü. staddaki 37 bin seyirciden portakal rengi formalı olanlar da, o 22 haziran 1996 gününe kadar pek çok defa yüzlerini güldürmüş bu futbolcuyu alkışladı.
Gürhan gürsoy.
Röportaj: Mazlum Uluç
Bulgaristan doğumlusun, 20 yaşındasın, İsveç'te oynadın, Adanaspor'da vizyona çıktın, Fenerbahçe formasını giydin, son olarak Sivasspor'daydın. 20 yıla sığdırdığın ilginç bir hikâyen var galiba.
İngilizce ve İsveççe biliyor
İsveç'te hangi aşamadan başladın futbol oynamaya?
Altıncı ligde bir takımda idmanlara başladım ve bir sezon sonra direkt FC Norkoping takımına transfer oldum. Eğitimimi karşılayacaklardı, bir de oda vermişlerdi. İngilizcemin yanında İsveççem gelişti. Sadece ailemden ayrı kalıyordum. A takıma yükseleceğim sırada beni izleyen Türk yetkililerden Milli Takım daveti aldım. İsveç Genç Milli Takımı'na da gidebilirdim ama elbette Türkiye'yi seçtim. O sırada 15 yaşındaydım. Türkiye'de Genç Milli Takım'la bir maç oynadım. Beni izleyen Bahri Kaya, Adanaspor'a davet etti. 10 gün denendim ve beğenildim. Kulübümle bağlarımı koparmak için yeniden İsveç'e döndüm. Oradan da A takımda oynama teklifi almıştım.
Sonuçta Adanaspor'da oynamak üzere Türkiye'ye geldim. Ancak bir hafta sonra Bahri Kaya istifa etti ve benim de dünyam yıkıldı. Kara kara düşünmeye başladım. Ailem yurt dışındaydı ve beni isteyen antrenör de gitmişti. O dönemde takımın başına Yılmaz Vural geldi.
Bu da senin için bir şans oldu galiba. Çünkü sen 16 yaşında Süper Lig'de oynadın ve bu ligde forma giyen en genç oyuncu unvanını kazandın. Bunu da Yılmaz Vural'a borçlusun sanırım.
Sağolsun bu unvanı gerçekten de Yılmaz Vural'ın sayesinde elde ettim. Üstelik, 2-2 devam eden bir Fenerbahçe maçının son 10 dakikasında beni sahaya sürmüştü. Büyük bir cesaretti. Ondan sonra da gerisi geldi. O sezon iyi bir performans gösterdim.
16 yaşında bir çocuk Süper Lig oyuncuları arasında fiziksel açıdan ezilebilir. Sen nasıl başa çıktın bu zorlukla?
Yılmaz Hoca için bunun bir önemi yoktu. Bende bir ışık görmüştü. Adam geçip şut atabiliyor veya orta yapabiliyordum. Ama hiç ikili mücadele kazanamıyordum. Zaten Yılmaz Hoca da beni oyunun son bölümlerinde, rakip fizik açıdan yıprandıktan sonra oynatıyordu. Sonra Yılmaz Vural da istifa etti. Küme düşmemiz kesinleşmişti. Başımıza altyapıdaki hocamız Ahmet Ziya Yüce geldi ve beni sürekli ilk onbirde oynatmaya başladı. İyi maçlar çıkartınca üç büyüklerden teklifler aldım.
Röpertaj uzun ben adanasporu ilgilendiren bölümünü aldım.
Bulgaristan doğumlusun, 20 yaşındasın, İsveç'te oynadın, Adanaspor'da vizyona çıktın, Fenerbahçe formasını giydin, son olarak Sivasspor'daydın. 20 yıla sığdırdığın ilginç bir hikâyen var galiba.
İngilizce ve İsveççe biliyor
İsveç'te hangi aşamadan başladın futbol oynamaya?
Altıncı ligde bir takımda idmanlara başladım ve bir sezon sonra direkt FC Norkoping takımına transfer oldum. Eğitimimi karşılayacaklardı, bir de oda vermişlerdi. İngilizcemin yanında İsveççem gelişti. Sadece ailemden ayrı kalıyordum. A takıma yükseleceğim sırada beni izleyen Türk yetkililerden Milli Takım daveti aldım. İsveç Genç Milli Takımı'na da gidebilirdim ama elbette Türkiye'yi seçtim. O sırada 15 yaşındaydım. Türkiye'de Genç Milli Takım'la bir maç oynadım. Beni izleyen Bahri Kaya, Adanaspor'a davet etti. 10 gün denendim ve beğenildim. Kulübümle bağlarımı koparmak için yeniden İsveç'e döndüm. Oradan da A takımda oynama teklifi almıştım.
Sonuçta Adanaspor'da oynamak üzere Türkiye'ye geldim. Ancak bir hafta sonra Bahri Kaya istifa etti ve benim de dünyam yıkıldı. Kara kara düşünmeye başladım. Ailem yurt dışındaydı ve beni isteyen antrenör de gitmişti. O dönemde takımın başına Yılmaz Vural geldi.
Bu da senin için bir şans oldu galiba. Çünkü sen 16 yaşında Süper Lig'de oynadın ve bu ligde forma giyen en genç oyuncu unvanını kazandın. Bunu da Yılmaz Vural'a borçlusun sanırım.
Sağolsun bu unvanı gerçekten de Yılmaz Vural'ın sayesinde elde ettim. Üstelik, 2-2 devam eden bir Fenerbahçe maçının son 10 dakikasında beni sahaya sürmüştü. Büyük bir cesaretti. Ondan sonra da gerisi geldi. O sezon iyi bir performans gösterdim.
16 yaşında bir çocuk Süper Lig oyuncuları arasında fiziksel açıdan ezilebilir. Sen nasıl başa çıktın bu zorlukla?
Yılmaz Hoca için bunun bir önemi yoktu. Bende bir ışık görmüştü. Adam geçip şut atabiliyor veya orta yapabiliyordum. Ama hiç ikili mücadele kazanamıyordum. Zaten Yılmaz Hoca da beni oyunun son bölümlerinde, rakip fizik açıdan yıprandıktan sonra oynatıyordu. Sonra Yılmaz Vural da istifa etti. Küme düşmemiz kesinleşmişti. Başımıza altyapıdaki hocamız Ahmet Ziya Yüce geldi ve beni sürekli ilk onbirde oynatmaya başladı. İyi maçlar çıkartınca üç büyüklerden teklifler aldım.
Röpertaj uzun ben adanasporu ilgilendiren bölümünü aldım.
Emrah Eren.
Emrah EREN (yaş 30)
İstanbulspor, Kartalspor, Adanaspor, Galatasaray
Gaziantepspor, Kocaelispor Trabzonspor, Malatyaspor ve Rizespor formaları giydi
Emrah Eren(13 Kasım 1978, İstanbul) Futbol Hayatına İstanbulspor'da başlayan sağ kanat oyuncusu kısa sürede büyük takımların dikkatini çekti. 1999'da Galatasaray'a geldi. Ancak burada fazla şans bulamadı. UEFA Kupası'nı kazanan kadroda olmasına rağmen hiç bir Avrupa kupası maçında oynayamadı. Halen Çaykur Rizespor da oynamaktadır. 2008-2009 sezonu itibariyle Gaziantepspor'da forma giyecektir.
Son olarak Giresunda forma giyiyordu.
Özer umduya soğuk duş.
Adanaspor formasıyla gol kralı olan eski Beşiktaşlı ve Balıkesirsporlu Özer Umdu'nun ölüm haberi ortalığı karıştırdı. Gazetelere başsağlığı ilanı verilip anısına saygı duruşunda bulunulan Özer'in hala yaşadığı ortaya çıktı.
Hilmi DUYAR=Erdem ÖZCAN / BALIKESİR-BANDIRMA(DHA)
ADANASPOR'da gol kralı olan eski Beşiktaş ve Balıkesirsporlu Özer Umdu'nun ölüm haberi yayılınca gazetelere “başsağlığı“ ilanı verildi, Balıkesirspor sahaya siyah bantla çıkıp saygı duruşunda bulundu ama hala yaşadığı ortaya çıktı.
“Altın kafa'' lakaplı 54 yaşındaki Özer Umdu'yu da hayretler içinde bırakan olay, Balıkesir'de yerel bir gazetenin yayınıyla gelişti. Yerel gazete, isim benzerliğinden kaynaklanan hata sonucu 25 Şubat tarihli nüshasında Özer Umdu'nun ölüm haberini yayınladı. Bunun üzerine Balıkesirspor yönetimi 1974-75 ve 1975-76 sezonlarında kırmızı beyazlı formayı giyen Özer Umdu için bazı yerel gazetelere başsağılığı ilanları verdi.
Balıkesirsporlu futbolcular, pazar günü Vali Selahattin Hatipoğlu'nun da izlediği Yeni Sanayispor karşılaşmasına kollarında siyah bantla çıktılar, karşılaşma başlamadan öncesi de 1 dakikalık saygı duruşunda bulundular.
Ölüm haberini öğrenen Balıkesirspor'un eski futbolcularından Erdekspor teknik direktörü Can Cangök, başsağlığı dilemek üzere Özer Umdu'nun evini aradı. Telefonu Özer Umdu'nun açtığını belirten Can Cangök, çok şaşırdığını belirtti, “Balıkesirspor camiası matem tutarken, Özer Ağabey'in yaşadığını öğrenmek beni sevince boğdu. Ne söyleyebilirim, Allah uzun ömür versin'' dedi.
Bandırma'da bir restoran işleten Özer Umdu ise başsağlığı telefonlarının kendisini de şaşırttığını söylerken, “Duyardım da inanmazdım ama böyle şeyler olabiliyormuş demek. Bu vesileyle pek çok dostumun sesini yeniden duyma fırsatı buldum'' diye konuştu.
ÖZER DE ANLATTI
Bandırma’nda yaşayan 55 yaşındaki 2 çocuk babası Özer Umdu, futbola 1968 yılında Bandırmaspor genç takımında başladığını, 5 yıl Balıkesirspor’da futbol oynadıktan sonra, Zonguldakspor, Adanaspor ve Beşiktaş’ta forma giydiğini söyledi. 17 yıl futbol oynadıktan sonra doğduğu yer olan Bandırma’ya döndüğünü belirten Özer, yaşadığı olayları şöyle anlattı:
“4 ay önce Bandırma Çelikspor’da futbol oynayan Özer isimli bir oyuncu öldü. Belediye hoparlörden, (Futbolcu Özer Öldü) diye anons yaptı. İlçe halkı benim yaşamımı yitirdiğimi öğrenince eve ve işyerime akın etti. Karşılarına çıkınca gözlerine inanamadı. Yaşadığımı 4 ayda güçlükle kanıtladım. Geçtiğimiz hafta Balıkesir’de bir muhabir, (Beşiktaşlı Özer Öldü) diye haber yapmış. Yine aynı olayları yaşadım. Balıkesirspor, siyah bandaşla maça çıkmış. Taziyelerini bildirmek için ev ve işyerimi arayanların telefonuna çıkıp, (Ben ikinci kez ölmedim. Hayattayım) diyorum. İnsanlar kulaklarına inanamıyor. Sevincinden ağlayan yakınlarımda oldu. Buna rağmen yaşamak gerçekten çok güzel.“
Hilmi DUYAR=Erdem ÖZCAN / BALIKESİR-BANDIRMA(DHA)
ADANASPOR'da gol kralı olan eski Beşiktaş ve Balıkesirsporlu Özer Umdu'nun ölüm haberi yayılınca gazetelere “başsağlığı“ ilanı verildi, Balıkesirspor sahaya siyah bantla çıkıp saygı duruşunda bulundu ama hala yaşadığı ortaya çıktı.
“Altın kafa'' lakaplı 54 yaşındaki Özer Umdu'yu da hayretler içinde bırakan olay, Balıkesir'de yerel bir gazetenin yayınıyla gelişti. Yerel gazete, isim benzerliğinden kaynaklanan hata sonucu 25 Şubat tarihli nüshasında Özer Umdu'nun ölüm haberini yayınladı. Bunun üzerine Balıkesirspor yönetimi 1974-75 ve 1975-76 sezonlarında kırmızı beyazlı formayı giyen Özer Umdu için bazı yerel gazetelere başsağılığı ilanları verdi.
Balıkesirsporlu futbolcular, pazar günü Vali Selahattin Hatipoğlu'nun da izlediği Yeni Sanayispor karşılaşmasına kollarında siyah bantla çıktılar, karşılaşma başlamadan öncesi de 1 dakikalık saygı duruşunda bulundular.
Ölüm haberini öğrenen Balıkesirspor'un eski futbolcularından Erdekspor teknik direktörü Can Cangök, başsağlığı dilemek üzere Özer Umdu'nun evini aradı. Telefonu Özer Umdu'nun açtığını belirten Can Cangök, çok şaşırdığını belirtti, “Balıkesirspor camiası matem tutarken, Özer Ağabey'in yaşadığını öğrenmek beni sevince boğdu. Ne söyleyebilirim, Allah uzun ömür versin'' dedi.
Bandırma'da bir restoran işleten Özer Umdu ise başsağlığı telefonlarının kendisini de şaşırttığını söylerken, “Duyardım da inanmazdım ama böyle şeyler olabiliyormuş demek. Bu vesileyle pek çok dostumun sesini yeniden duyma fırsatı buldum'' diye konuştu.
ÖZER DE ANLATTI
Bandırma’nda yaşayan 55 yaşındaki 2 çocuk babası Özer Umdu, futbola 1968 yılında Bandırmaspor genç takımında başladığını, 5 yıl Balıkesirspor’da futbol oynadıktan sonra, Zonguldakspor, Adanaspor ve Beşiktaş’ta forma giydiğini söyledi. 17 yıl futbol oynadıktan sonra doğduğu yer olan Bandırma’ya döndüğünü belirten Özer, yaşadığı olayları şöyle anlattı:
“4 ay önce Bandırma Çelikspor’da futbol oynayan Özer isimli bir oyuncu öldü. Belediye hoparlörden, (Futbolcu Özer Öldü) diye anons yaptı. İlçe halkı benim yaşamımı yitirdiğimi öğrenince eve ve işyerime akın etti. Karşılarına çıkınca gözlerine inanamadı. Yaşadığımı 4 ayda güçlükle kanıtladım. Geçtiğimiz hafta Balıkesir’de bir muhabir, (Beşiktaşlı Özer Öldü) diye haber yapmış. Yine aynı olayları yaşadım. Balıkesirspor, siyah bandaşla maça çıkmış. Taziyelerini bildirmek için ev ve işyerimi arayanların telefonuna çıkıp, (Ben ikinci kez ölmedim. Hayattayım) diyorum. İnsanlar kulaklarına inanamıyor. Sevincinden ağlayan yakınlarımda oldu. Buna rağmen yaşamak gerçekten çok güzel.“
Beşiktaşlıdan Adanaspor ve bora öztürk anısı.
"mikrofonlarımız inönü stadı'nda" lafı ile "tamam" diyoruz. "beşiktaş attı işte. kesin necdet atmıştır. şekerbegoviç'tir belki de ortayı yapan" diyoruz. fakat o da ne? stadyumda derin bir sessizlik! ee??? ee si var mı, tabii adanaspor atmış golü. üzülüyorum ama "olsun" diyorum. "daha maçın bitmesine çok var" ilk yarı bitiyor, devre arası geçmek bilmiyor.
ikinci yarı oluyor, biraz top oynanıyor, yine dakikalar, yine skorlar, inönü stadı'ndan ses yok. "mikrofonlar yine inönü stadında" ve yine "derin bir sessizlik". adanaspor 2-0 önde! heyecan ve ümitsizlik artıyor. bu arada diğer stadlar araya girip muhabbetin içine ediyor. 5-10 dk sonra tekrar mikrofonlar inönü stadında. bu defa seyirci uğultusu bizi sevindiriyor. kesin gol var! fakat hayır, gol değil, beşiktaş penaltı kazanmış. topun başına golcü necdet geliyor. %99 gol. ama necdet vuruyor, seyirci "gol" diye bağırmıyor. coşkulu haykırış yerine bir pişmanlık iniltisi yükseliyor tribünlerden. kaleci kornere çeliyor. kornerde topun başına şekerbegoviç geliyor, ortalıyor ama yine bir bok olmuyor. 5-6 dakika sonra ceza sahasına yakın bir yerden frikik kazanılıyor. herkes şekerbegoviç vuracak derken bora gelip vuruyor ve gol! bora frikik atar mıydı ya? atıyormuş demek ki! ne güzel, 2-1 oldu. bora da miliç'e en güzel cevabı verdi. ama yetmiyor ve 90 dk. adanaspor'un 2-1 galibiyetiyle bitiyor. üzülüyoruz ama kimseye çaktırmıyoruz. yavaşça radyoyu kapatıp salona süzülüyoruz.
bu maç beşiktaş'ın türkiye 1. liginde 10 yıl boyunca sahasında oynadığı 112 maçta kendi sahasında hiçbir deplasman takımına yenilmemesinin başlangıcı oluyor. bizler de bu yenilgisizliği 4-5 yıl sonra farkediyoruz. ve arasıra bu maçı anıyoruz. arkadaşlara hava atıyoruz "kendi sahamızda ligde en son 1983'te adanaspor'a yenildik, golü de bora attı" diye.
ikinci yarı oluyor, biraz top oynanıyor, yine dakikalar, yine skorlar, inönü stadı'ndan ses yok. "mikrofonlar yine inönü stadında" ve yine "derin bir sessizlik". adanaspor 2-0 önde! heyecan ve ümitsizlik artıyor. bu arada diğer stadlar araya girip muhabbetin içine ediyor. 5-10 dk sonra tekrar mikrofonlar inönü stadında. bu defa seyirci uğultusu bizi sevindiriyor. kesin gol var! fakat hayır, gol değil, beşiktaş penaltı kazanmış. topun başına golcü necdet geliyor. %99 gol. ama necdet vuruyor, seyirci "gol" diye bağırmıyor. coşkulu haykırış yerine bir pişmanlık iniltisi yükseliyor tribünlerden. kaleci kornere çeliyor. kornerde topun başına şekerbegoviç geliyor, ortalıyor ama yine bir bok olmuyor. 5-6 dakika sonra ceza sahasına yakın bir yerden frikik kazanılıyor. herkes şekerbegoviç vuracak derken bora gelip vuruyor ve gol! bora frikik atar mıydı ya? atıyormuş demek ki! ne güzel, 2-1 oldu. bora da miliç'e en güzel cevabı verdi. ama yetmiyor ve 90 dk. adanaspor'un 2-1 galibiyetiyle bitiyor. üzülüyoruz ama kimseye çaktırmıyoruz. yavaşça radyoyu kapatıp salona süzülüyoruz.
bu maç beşiktaş'ın türkiye 1. liginde 10 yıl boyunca sahasında oynadığı 112 maçta kendi sahasında hiçbir deplasman takımına yenilmemesinin başlangıcı oluyor. bizler de bu yenilgisizliği 4-5 yıl sonra farkediyoruz. ve arasıra bu maçı anıyoruz. arkadaşlara hava atıyoruz "kendi sahamızda ligde en son 1983'te adanaspor'a yenildik, golü de bora attı" diye.
2 Mayıs 2009 Cumartesi
Eskiye özlem.
Eskiye duyulan özlem var hep içimde.
Nedendir bilmiyorum o zamanlar forma aşk vardı.
Futbolcular canlarını dişlerine takarlardı.
Sahada ezilmeyen yenilse bile terinin son damlasına kadar mücadele ederlerdi.
Para hep ikinci planda kalırdı.
O eski günleri yakalayacağımız günler uzak değil.
Yeni yapılan Tesisler bize böyle futbolcuları kazandıracak.
Adanasporun çilesi geçmiştede vardı.
Eskiden Adana zengin ve iş adamları takımlarına sahip çıkardı.
O zamanlar Adanada iş vardı emek vardı.
Sonraları Adanadan iş verenler Adanadan bir şekilde kaçırıldı.
Biz çoğu kentten geri kaldık.
Bakın bir antepe neler başardı.
Bunun bir tek gerekçesi var belediye iş adamlarına yardımcı oluyor.
Fabrika kurmak isteyen iş adamlarına alt yapısını yerini bedava tahsis ediyor.
Bizde durum farklı adamın elinde bir arsası varsa yanından yönünden yol geçirerek kullanılamaz hale getiriyoruz.
Bu durumda adanada iş adamı kalırmı.
Dolayısıyla Adana fakirleşti futbol zengin oyunu halini aldı.
Bu durumda Adananın geleceği alt yapıdır.